Sayfalar

Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitaplar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Ocak 13, 2022

Dante Alighieri İlahi Komedya Kitabından Alıntılar

  • Geçmişteki mutluluğu anımsamak kadar büyük acı yoktur.

  • Uğrunda can veren anlar özgürlüğün değerini.

  • Günahlarım korkunçtu; ama sonsuz bağışlayıcının kolları uzundu, başvuran herkesi bağrına basıyordu.

  • Ah, ben kibrin yok ettiği daha kimleri gördüm.

  • Seni bırakmam ben bu aşağılık dünyada.

  • Bütün sevincimiz kedere döndü az zamanda.
  • Kendi yıldızını takip edersen, ihtişamlı bir limana ulaşacaksın her şeye rağmen…

  • Bu yüzden yitiğiz biz; Başka bir suçtan değil, tek cezamız. Umutsuz bir özlemle birlikte yaşamamız.

  • Bir şey ne kadar mükemmelse, o kadar fazladır ıstırap da zevk de. 

  • Yanlış düşüncelere kaptırmışsın kendini, bunları silkelemedikçe  göremezsin görmen gerekeni.

  • Soylu yüreklere kolayca giriveren sevda, elimden alınan yakışıklı bedenimle büyüledi onu; bu ayrılış içimde sızı hâlâ.

  • Sevgi içinde doğup yeşerdiği güzellikten çevirmeyeceği için gözlerini, her nesne korunmuş olur kendi kininden.

  • Ne mutlu merhametli olanlara.

  • Görülür görülmez sevgiyi ateşleyen sonsuz ışığın daha şimdiden aklını ışıttığı belli; bir başka şey alırsa bu sevginin yerini, bil ki, onun içinde insanı yanılgıya düşüren bir iz vardır o sevgiden.

  • Sevileni sevmeye zorlayan sevda öyle güzellikler tattırdı ki bana, gördüğün gibi eli hala yakamda.

  • Tutulmayan sözün diyetini bir başka iyilik dengeleyebilir mi, bunu öğrenmek istemektesin sen.

  • İnsan kendine uygun olmayan bir yazgıyla karşılaşırsa, yerini bulamayan her tohum gibi, ulaşamaz başarıya.

  • İnsan yalnızca başkalarına zarar verecek şeylerden korkmalı, bunun dışında korkuya yer olmamalı.

  • Öyleki güzel mevsim ve günün bu saati, beni iyi şeyler beklemeye yöneltti.

  • Haklı bir isteğin karşılığı söz değil eylem olmalı.

  • İsteyerek mi, rastlantı mı, yazgı mı? Bilemeyeceğim...

  • Çevrene iyi bak, söylense inanamayacağın şeyler göreceksin.

  • Yüreğimi gizliyor değilim, az konuşmamın nedeni, çok konuşmamı istemeyen sensin.

  • Zamanı kaybeden bilir, ne kötüdür vaktin boşa geçişi.

  • Dinlemesini bilen, anlamayı da bilmeli.

  • Erdemle tutuşan bir sevgi,  tutuşturur hep başka bir sevgiyi,  yeter ki dışarı vursun alevi.

  • Demek ki, içinizde doğan bir sevgiyi  bir gereksinimin ateşlediğini kabul etsek bile, dizginleri sizin elinizdedir yine de.

  • Neden yardım etmezsin seni sevene, senin uğruna ahmak kalabalıklardan vazgeçene?

  • Çünkü isteğine yaklaştıkça akıl yetimiz, öyle derinliklere dalar ki, izleyemez olur onu belleğimiz.

  • Ölümlü bedenimle nasıl sevdimse seni, bedensiz de seviyorum.

  • Sakın umutsuzluğa düşeyim deme.

  • Ruhlar var ateşlerin arasında, her biri yakalanmış kendisini yakacak olana.

  • Gün bitiyordu, kararan hava yeryüzündeki canlıların yorgunluklarını alıyordu.

  • Düşüncesinin üzerine devamlı düşünce filizlenen biri, uzaklaştırır kendinden hedefini, çünkü birinin tesiri zayıflatır diğerininkini.

  • Nasıl bağışlıyorsak biz, bize kötülük yapan herkesi, sen de iyiliğinle bağışla bizi, bakmadan değerimize.

  • Kollarınla sar beni demek istedim, ama çıkmadı sesim.

  • Gün ışıdıkça, elimizden geldiğince yol alacağız.

  • Bu ruhlar, ölümlü hayatlarında aşk denen tutku fırtınasının elinde nasıl da oyuncak olmuşlar.

  • Yaşarken nasılsam, öyleyim sonra da.

  • Dikkat et nereye girdiğine, kime güvendiğine, aldanma kapının genişliğine!

  • Ey gökyüzüne uçmak için yaratılan insan, niçin düşüyorsun en ufak bir rüzgârda?

  • Koyup kendini benim yerime, düşün bir an.. Durabilir miydim yanaklarım ıslanmadan?

  • Kapıyı kapayıp da yanılmaktansa, açıp da yanılmayı yeğle, demişti bana.

  • Konuşmaktan çok ağlamak geliyor içimden.

  • Ey sonsuz ışık, yalnızca kendinde varsın, kendini yalnız sen tanırsın, tanıdığın, tanındığın için kendine güler, sevdalanırsın!

  • Sen kendinsin, yanlış düşlerle kendisini aldatansın; göremezsin, çünkü baktığın şeyi sarsan sensin.

  • Haydi söyle, ruhun neyin özlemini çekmekte?

  • Kutluluğun temeli sevmek değil, görmek eylemidir, sevmek görmekten sonra gelir.

  • Aklınızın bilgiye çevirdiği, önce duygularıyla öğrendiğidir.


Devamını Oku »

Salı, Ağustos 18, 2020

Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan Kitabından Alıntılar


 Sabahattin Ali'nin, hayatın farklı köşelerinden bizlere sunduğu insanlar ve hikayeleriyle bütünleştiğimiz bir romanı olan, İçimizdeki Şeytan, birbirlerini pek tanımadan evlenen Macide ve Ömer'in hayatına değiniyor kısaca. Hiçbir şey tamam değilken yalnızca aşk uğruna girilen bir yolun sonunda, birbirlerini tanıyamayaz hale gelen çiftin öyküsünü okurken anlamlı dersler çıkarıyoruz biz okurlar da. 

Kitaptan birkaç alıntıyı sizlerle paylaşmak istiyorum. Sabahattin Ali, yüreklerimize dokunan tasvirleriyle yine bizi etkilemeyi başarıyor. 

  • En akıllımızın kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir sürü bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez.

  • İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi.

  • İşte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kâğıt başarır. Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgâr, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgârın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur.

  • Onu bir kere gözden kaybedersem ölünceye kadar ömrüm yalnız, aramakla geçer.

  • Hayatta fevkalade hiçbir hadise yoktur. Her şey birbirinin aynıdır. İşte bu kadar.

  • Onunla beni bizim iradelerimizin üstünde bir bağın bağladığına eminim.

  • Suiniyeti esas olarak kabul eden ve bir insanın dürüst, samimi ve namuslu olabileceğine ihtimal vermeyen bir kimseye karşı kendini müdafaa edebilmenin hazin imkânsızlığı onun elini kolunu bağlamıştı.

  • Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi.

  • Çok kere böyle oluyordu. Bütün kafası birdenbire boşalıyor, göğsünün ve gırtlağının üstüne bir ağırlık çöküyor ve ne olduğunu bilmediği birtakım şiddetli arzuların hasretini duyuyordu.

  • Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır. Hatta biraz ileri gideyim, kendi yaşamamız için... Sen kafanın içindeki yokluğa o kadar saplanmışsın ki, derhal uğrunda can feda edecek bir şey arayarak ikinci bir yokluğa dalmak istiyorsun!

  • ...bugün olduğum gibi olmak da istemiyorum. Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün... Fakat içimde öyle bir şeytan var ki... bana her zaman istediğimden büsbütün başka şeyler yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş... Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız.

  • Hayatın bir değişmeler silsilesi ve her değişmenin bir tekâmül olduğunu anlamayanlar yobaz kafalı insanlardır.

  • Yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir.

  • Hiçbirinizi anlamıyorum. Verecek cevap da bulamıyorum. Fakat yanılmadığıma eminim: Bizi istemediklerimizi yapmaya çeken bir kuvvet var, bu muhakkak. Bizim daha başka, daha iyi olmamız lazım... Bu da muhakkak... Bunu nasıl birleştirmeli, bunu bilmiyorum.

  • Kafasında onun iradesine tabi olmayan bir merkez işliyor ve o dikkatini buraya çevirmek isteyince derhal sisler içinde kayboluyordu.

  • İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.

  • İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.

  • Acaba şuanda o ne düşünüyor? Herhalde beni değil... Niçin?.. Onun kafasında bir müddet yaşamak için neleri feda etmem ki?.. Her şeyi...

  • Etrafımız o kadar çirkefle dolu ki, temiz kalmak için bir tek çare kendi dünyamıza çekilmek ve muhitle, hiç olmazsa manen, alakamızı kesmektir.

  • Kim bilir... Belki uzak bir günde, büsbütün başka insanlar olarak, tekrar karşılaşır ve belki gülüşerek birbirimize ellerimizi uzatırız.

  • Böyle dümdüz bir beynim olacağına hiç olmamasını tercih ederdim.

  • Niçin uyandım?.. Niçin bana kendimi unutturan uykum sürüp gitmedi?

  • İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum.

  • Azizim bu ne fedakarlık! Ben bir insanda bu kadar iyilik bulunabileceğine inanayım mı? Belki başka zaman inanırdım. Fakat bugün. Bugün inanmak mümkün mü? Bir insan bir insana kötülükten başka ne yapabilir? Kimi kandırıyoruz? Bana öyle riyakar gözlerle bakmayın! Masum tavırlar beni deli ediyor. Ben de sizin gibi masum suratlar almasını bilirdim. Ama bu suratın arkasında ne saklı olduğunu da biliyorum. İnsan dedikleri mahlukun bütün çirkef taraflarını artık gördüm. Burun buruna nefesini koklayarak gördüm.

  • İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşanmaya değer... Ne olursa olsun.

  • Kullanmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?

  • İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile... Sadece bir yalnızlık ihtiyacı.

  • Kendimi kendim bile tanımıyorum.

  • İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var.

  • Bana istenecek bir şey söyle, uğruna can verilecek bir şey söyle, hemen dört elle sarılayım.

  • Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hâkim olacağız.

  • Tam yaşamaya başladığım bu andan itibaren beni öldü saysınlar.

  • Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç ve utandırıcı bir şey var mı?

  • Senin gibi bir deliye iyilikten başka hiçbir şey yapmamış olan bir insanı bu kadar yaralamaya nasıl cesaret ettin? Git!...

  • Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş.

  • Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç!... Milyonlarca senelik dünyada en eski şey yirmi bin yaşında... Bu bile biraz palavralı bir rakam.

  • İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak ...

Devamını Oku »

Cuma, Ağustos 14, 2020

Jean-Paul Sartre, Bulantı Kitabından Alıntılar

 

Jean Paul Sartre'nin 1938 yılında yayımlanan bu ilk kitabında, Roquentin isimli karakterin dış dünyaya ve kendi iç dünyasına olan tiksintisi anlatılır. Yazar öyle açık tahliller ve bunalımlı ifadeler kullanmıştır ki, varoluşun temellerini anlamlandırmaya ve onu yorumlamaya çalıştıkça bulantı hissinin daha da arttığı görülür. Bir nevi günlük gibi yazılan bu roman, Jean Paul Sartre'nin bugünkü görüşünün temellerini oluşturur. İşte Bulantı'dan birkaç alıntıyı, sizlerle paylaşalım: 

  • Hiç kuşku yok, bir şeyler oldu bana. Ve olanlar, hani o alışılagelmiş kesinlikle, açıklıkla değil, hastalık biçiminde oldu. Sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz saçma, biraz rahatsız bir insan gibi duymaya başladım kendimi, hepsi bu kadar işte. Bir kez gelip yerleşince de bir daha kımıldamadı, kalakaldı öylece, ve ben, hiç bir şeyim yok sandım, yanıldığımı sandım. Oysa şimdi, işte bak, varlığını duyurmaya başladı.
  • Ben yalnız yaşıyorum, yapayalnız. Kimseyle konuşmuyorum, hem de hiçbir zaman; ne kimseden bir şey alır, ne kimseye bir şey veririm.
  • Dün ne yaptıklarını sorun, şaşırmıyorlar: iki sözcükle hemen söyleyiveriyorlar size. Oysa aynı şey bana sorulsa şaşırıp kalırım. Şu bir gerçektir ki, uzun zamandan beri ne yapıp ne ettiğimi, zamanımı nasıl geçirdiğimi kimseler sormuyor. Kişi yalnız yaşayınca anlatmak denen şeyin bile ne olduğunu artık bilemez hale geliyor.
  • Tek bir insanın, yalnız bir insanın güldüğüne pek az rastlanır.

  • Bana öyle geliyor ki yalnızlığa «söz geçirmek» olanak dışı.

  • Bu kıvançlı, akıllı sesler ortasında yapayalnız biriyim. Bütün bu insanlar birbirlerine açılmakla, aynı fikirde olmanın verdiği mutluluğu bölüşmekle geçiriyorlar zamanlarını. Anlamıyorum Tanrım, hepsi birden aynı şeyleri düşünmeye neden bu denli önem veriyorlar. 
  • Kaçınılmaz geliyor insana bu, bu müzik gereksinimi öylesine güçlü duyuruyor kendini: hiç bir şey kesemez bu müziği, dünyamızın demir attığı çağımızdan gelen hiçbir şey; bu müzik ancak, kendi düzeniyle, kendi kendini durdurabilir.
  • O güneş ve mavi gök yalnızca bir yanılgıydı. Belki yüzüncü kezdir kurtulamıyorum yanılgılardan. Anılar şeytanın kesesindeki altın sikkelere benziyor...
  • Karmakarışık eder mutlaka bu yolculuklar insanı. Bir gün elime böyle bir olanak geçerse, yolculuğa çıkmadan önce, huyumu, yola çıkmadan önce inceden inceye bir kıyıya yazmak isterim. Böylece döndüğümde neydim, ne oldum diye kendimi incelemiş olurum. Yolculuklarda fizik yapısından başka ahlâkını da değiştiren insanlar varmış, kitaplarda okudum Dönüşlerinde de yakınları bile tanıyamıyormuş onları.
  • Görmediğim, bilmediğim şeylerle, yepyeni şeylerle karşılaşmayı, kısaca bazı serüvenler yaşamayı hele, ne kadar isterdim.
  • Gerçek başlangıçlar bir trampet sesine, bir caz havasının ilk notalarına benzer, sıkıntıya hemen son verir, süreyi sağlamlaştırır.
  • Bir şeyler başlıyor bitmek için: serüven uzamaya gelmez; bitişiyle anlam kazanır. Ben de bu bitişe, belki benim de ölümüm olan bu bitişe doğru sürükleniyorum. Her an başka anları getirmek için var olur. Bütün yüreğimle yapışıyorum her an'a: bu an'ın tek bir an olduğunu, öteki anların onun yerini tutmayacağını biliyorum.
  • Gökyüzü soluk maviydi: Birkaç balıkçıl kuşu ve duman yığınıydı yani. Zaman zaman yolunu şaşırmış bir bulut geçiyordu güneşin önünden.
  • Güneş durgundu, saydamdı: Bir bardak şarap gibiydi, insan gövdelerini ancak aydınlatabiliyordu, derinlik ve boyut veremiyordu henüz: Yüzler, eller soluk altından lekeler gibiydiler. Bütün bu pardesülü insanlar, toprağın bir karış üstünde usul usul dalgalanıyorlardı sanki. Rüzgâr zaman zaman üstümüze su kıvılcımları gibi titrek gölgeler itiyor, yüzler bir an için sönüp sonra tebeşir taşları gibi ağarıyorlardı.
  • Yüzlerindeki kırışıklıkları, göz çukurlarındaki buruşuklukları, haftalık çalışmanın yorgun çizgilerini gidermek için tek bir gün vardı ellerinde. Tek bir gün. Dakikaların parmaklarının arasından akıp gittiğini duyuyorlardı. Pazartesi sabahı saat dokuzda işe başlamak için gerekli canlılığı bir günde toplayabilecekler mi acep?
  • Değişen hiç bir şey yok, ama yine de her şey başka bir biçimde varlığını sürdürüyor. Nasıl anlatsam bunu; Bulantı gibi bir şey, Bulantı gibi diyorum ama, tam tersi de olabilir: Kısaca bir serüvendir başlıyor bende, nasıl bir serüven olduğunu kendi kendime sorduğumda, görüyorum ki ben kendi'mim, ben burdayım, geceyi bölen ben'im, tüm bunları duyan ben'im, bir roman kahramanı gibi mutluyum.
  • ... Bir an için çark yapıp dönmeyi düşünüyorum. Ama elimde değil, çekiyor kendine beni, bu coşkuya son veremem. İlerliyorum, ilerliyorum, elimi uzatıyorum ve dokunuyorum sınır taşma..
  • Sıkıntıyla doluyum: En küçük davranışım bile bağlıyor beni. Ne isteniyor benden sezemiyorum Ama ya orası, ya burası, bir seçim yapmalıyım..
  • İnsan birdenbire zamanın geçip gittiğini, bir an'ın bir başkasına, onun da bir diğerine gittiğini, kısaca, birbirlerini izlediğini duyuyor; her an ölüp gidiyor-, onu durdurmak v.b. elimizde değil.
  • Geçmişte kalan birini düşünmek bile mümkün mü acep? Birbirimizi sevdiğimiz zamanlar, birlikte geçirdiğimiz anların tekinin bile; katlandığımız acıların en hafifinin bile bizden kopup gerilerde kalmasına izin vermemiştik. Sesleri, kokuları, günün en ince ayrıntılarını, söylenmedik düşüncelere kadar, her şeyi kendimizle birlikte alıp götürüyorduk, her şey canlıydı bizimle. O anların kıvancı, hüznü bugün bile hâlâ bizimle birlikte.
  • Yaşamlarını uyuşukluk içinde geçiren, sütçü beygiri gibi ayakta uyuyan insanlar. Düşünüp, taşınmadan, alelacele evlenirler, rasgele çocuk yaparlar. Başka insanlara ancak kahvelerde, evlenme ve cenaze törenlerinde, rastlarlar. Zaman zaman anafora kapılıp, başlarına gelenin ne olduğunu bilmeden çırpınıp dururlar. Çevrelerinde olup biten her şey onlarsız başlar, onlarsız biter. Karanlık, uzun biçimler, uzaktan gelen olaylar, şöyle bir hazla dokunuverir onlara, ama ne olup bittiğini anlamak için baktıklarında hiç bir şey göremezler, her şey sona ermiştir zaten. Kırk yaşlarına geldiklerinde saplantılarına, inatlarına sıkı sıkıya yapışmışlardır ve bu saçmalıklarına tecrübe adı verirler, sonra da makine gibi dağıtmaya başlarlar onu.




Devamını Oku »

Henry Miller, Uykusuzluk Kitabından Alıntılar

 

Henry Miller, kendi iç dünyasına, gözlemlerine dair ayrıntıları paylaşmayı seviyor. Yaptığı tahlillerin belirli bir sıralaması olmasa da yine de insanın içinden çıkaracağı birçok anlam var. Uykusuzluk kitabında da kendi varoluşundan başlayıp, aşktan, cinsellikten ve yıkıcı duygulardan derin anlamlar çıkarırken okuyucuyu da etkilemeyi başarıyor. İşte o kitaptan birkaç alıntıyı sizlerle paylaşalım:


  • İLKİN KIRIK bir ayak parmağıydı sorun, sonra kırık bir yüz ifadesi, en sonunda da kırık bir kalp. Ancak bir yerde de söylediğim gibi insan kalbi çok dayanıklıdır, yok edilemez; kırıldığını ancak belleğinde canlandırabilirsin. Asıl tokadı yiyen insanın ruhudur ama ruh da güçlüdür, istenirse eski canlılığı kazandırılabilir ona.

  • Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahın üçünde, özellikle onun orada, yerinde olmadığı kuşkusuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan, ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın; o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona, ya da odanda volta atarsın, hem küfür hem dua edersin, sarhoş olursun, ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır, bıktırır insanı. Yaratıcı biriysen -ama unutma, o anda boktan bir durumdasın- acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam da buydu. Birden karar vermiştim, çektiğim acıyı tuvale dökecektim.

  • Kuşkusuz genç değilim artık - bu da her şeyi daha da can sıkıcı, söylemeye gerek yok belki, daha da gülünç yapıyor. Tek fark, sözlerime kulak verin, işin içine aşk girdiğinde hiçbir şey, hiç kimse, hiçbir durum o denli gülünç olamaz. Azıyla yetinemediğimiz tek şey aşktır.

  • “Aşkta yalvarmak ve istemek olmamalıdır...”

  • Peki ben niçin onu bir kelebek gibi iğneyle tahtaya mıhlayıp kendini açık etmeye zorluyordum ki? Olduğu gibi görünmesi yeterli değil miydi? Hayır, değildi. Daha fazlası ya da daha azı olmalıydı. Algılanabilir ve anlaşılabilir olmalıydı.

  • Bölünemeyen sayılar gibiydi o, karekökü yoktu.

  • “Aşk kesinliğe varmak uğruna kendi yolunu bulma gücüne sahip olmalıdır.”

  • Bazen o denli çok gülümsüyordum ki akşam yatarken bile sürüyordu gülüşüm, çıkmıyordu suratımdan.

  • Benim bir yüzüm aptalın dik âlâsı, öbür yüzüm de araştırmacı, yargıç ve cellattır.

  • Belki de âşık olduğumu sanıyordum yalnızca. Belki de yalnızca açtım, yalnızlık çekiyordum; herhangi birinin oyuncak bir tabancayla vurabileceği bir hedeftim.

  • Zamansız doğmuş insanlar vardır; ülkesiz, sınıfsız ve geleneksiz doğmuş insanlar vardır. Yaşamı tek başına sürdürmeyi seçenler değil tam olarak; sürgünler, gönüllü sürgünler. Bunlar her zaman da duygusal değildir: belirli bir şeye ait değildirler yalnızca - yani hiçbir yere ait değildirler.

  • Tanrı mucizelerle ilgilenmez. Zaten yaşam uzun süren bir mucizedir. Mucize arayışına ancak delicesine âşık olduğunda girersin.

  • Onun varlığındaki hangi cevherin beni pençesine aldığını saptamak mümkün olabilseydi bunun gözleri olduğunu söylerdim rahatlıkla. Görünüşte gözlerinin öyle sıra dışı bir özelliği yoktu. Büyüleyici ve tedirgin edici olan, onun gözlerine verdiği (ya da vermeyip dışarıda bıraktığı) havaydı. Her zaman karanlık olsa da gözleri bazen birden alev almışçasına parlar ya da yalnızca için için yanıp dururdu. Arada bir alevden oklar attıkları da olurdu.

  • Müzik, yüzü olmayan ruhun kahrolası kenar dikişidir.

  • Durum bu, her zaman böyleydi, her zaman da böyle olacak.

  • Bazen banyoya gidip aynaya bakarak suratımı şekilden şekle sokuyordum. O komik suratlar aslında beni epey ürkütüyordu.

  • Çevremdeki insanlar harika göründüğüm, gittikçe gençleştiğim ve bunun gibi bir dolu zırva laf ediyordu. Ruhumdaki kıymıktan haberleri yoktu.

  • En sağlamı her zaman gülümsemek, özellikle incindiğinde, hakarete uğradığında ya da aşağılandığında. Hançer daha sonra saplanır, hiç beklemediğin bir anda.

  • Aşk kapısız ve penceresiz bir hapishane olabilir; insan girip çıkmakta serbesttir ama hangi beklenti uğruna? Şafakla özgürlük de gelebilir, dehşet de. İnsanın sırtında deli gömleği varsa aklın bir yaran olmaz. İşte böyle; böyleydi, böyle olmayı sürdürecek.

  • Beynindeki kurtları def edemiyorsan karanlıkta vals yapmayı dene..

  • Tanrı aptalı korur ama ona hiç rahat vermez.

  • Aşka inanabilsen, onun gereklerini yerine getirebilsen mükemmel olur. Yalnızca bir ahmak, katıksız bir aptal becerebilir bunu. Bir tek o özgürdür derinliklere inmeye ve göklerde fink atmaya. Masumiyeti, korumaya alır onu. Kendisi korunma isteğinde bulunmaz.


Devamını Oku »

Cumartesi, Nisan 13, 2019

After (2019) - Kitap & Film Tavsiye ❤


Merhabalar!

After'ı çoğunuz mutlaka duymuştur. Bir Wattpad fenomeni haline gelen Hardin ve Tessa'nın beş kitaplık hikayesini, sevgili Anna Todd kaleme aldı ve kitaplar birçok dilde çevrilerek Dünya çapında büyük bir kitleye ulaştı.
İlk kitap - aynı zamanda filme çekilen kitap.

Haliyle seriyi filme almak onlar için kaçınılmaz bir seçenek olmuştu. Açıkçası itiraf etmeliyim ki yalnızca ilk kitabı ve ikinci kitabın da yarısını okudum, Tessa'nın Hardin'i ne yaparsa yapsın affetmesine, çok çabuk teslim olmasına çok kızıyordum. Çünkü Hardin gerçekten de kötü çocuk lakabının hakkını fazlasıyla veriyordu. Tessa'ya yaklaşıyor ve sonrasında Tessa'yı suçlayarak her defasında çirkin sözler söylüyor sonra da Tessa'dan özür diliyordu. Tessa için her zaman bu özür kabul ediliyor çünkü genç kız Hardin'i ne yaparsa yapsın çok seviyor.


Kitapta Tessa üniversite hayatına başlamak için şehir değiştirir ve yurda yerleşir. Oda arkadaşı Steph oldukça hareketli bir kızdır ve Tessa'nın sakin, uysal ve çalışkan kişiliğinin aksine Steph eğlence düşkünü bir kızdır.

Steph sayesinde Tessa, onun arkadaşlarıyla tanışır ve içlerinden onu sonsuza dek değiştiren Hardin'e aşık olur.

Tabi, Tessa aynı zamanda koruyucu bir tavır takındığı için Steph'in eğlence düşkünü arkadaşları arasında oldukça dikkat çekiyordur. Bunun üzerine Hardin'e meydan okurlar ve Hardin de Tessa'yı kendine aşık edip, hayatını mahvedeceğine, bekaretini alacağına dair onlarla bahse girer. Ancak Tessa'yı tanıdıkça ona sırılsıklam aşık olacağından habersizdir.

Tessa'nın bahsi öğrenmemesi için her şeyi yapar ancak başarılı olamaz ve Tessa bahsi öğrenince Hardin'i terk eder.
Tessa'nın gerçekten de iradesini sonuna kadar koruduğu Hardin'in hatasını uzun bir süre affetmediği olay buydu herhalde.

Hardin'i elbette affediyor, ikinci kitapta. :)


ANNA TODD - AFTER KİTAP SERİ SIRALAMASI

  1. KARŞILAŞMA
  2. PARAMPARÇA
  3. AYRILIK
  4. MUTLULUK
  5. BAŞLANGIÇ


Şimdi gelelim filme...

Öncellikle erkek karakterin kitaptaki karaktere nazaran çok da uygun olmadığı bir filmdi After. Yani kitaptaki karakteri okuduğunuzda aklınıza Hero Fiennes - Tiffin gelmiyor. Ancak filmde Hardin karakterini, Hero canlandırıyor ve açıkçası ben pek uymadığını düşünsem de kitabı okumayanlar Hero'nun yine de filmi çok iyi şekilde taşıdığını söyleyebilir. Tessa karakterini canlandıran Josephine Langford ise karaktere o kadar çok uymuş ki, adeta gerçek Tessa'nın o olduğunu düşünebilirsiniz. Hem çok güzel bir kız hem de oldukça sevimli.

Kitapların filme  dönüştürülme projesini bazı yönlerden destekliyor ancak bazı yönlerden desteklemiyorum ne yazık ki. After'ın da filme çevrilmesi kesinlikle güzel bir çalışma olmuş. Kitaptaki karakterler, hikaye, mekan vs derken okuduğunuzu hayal etmiyor, görseline de tanık oluyorsunuz. Bu yüzden kitapların film olması çok güzel. Fakat siz de takdir edersiniz ki uzun sayfalardan oluşan kitapları maksimum iki saate sığdırmak oldukça emek isteyen bir şey ve mutlaka değiştirilmesi, toparlanması gereken sahneler oluyor.

After da öyleydi. Kitaptaki karakterlerin gelgitliğine rağmen filmde her şey çok güzel işlenmişti. Öncelikle, Hardin kitapta olduğu kadar filmde kötü çocuk değildi. Hatta hiç değildi. Tessa'ya takılmaktan öte ona hiçbir kötülüğü dokunmadı neredeyse. Kitaptaki Hardin'i filme de yansıtsalardı film oldukça eleştiri alabilirdi diye düşünüyorum. Bu yüzden bu konuda özenli davrandıkları dikkatimden kaçmadı.

Ve yine kitapta, Tessa uzun süre Hardin ile beraber olmasına rağmen erkek arkadaşı Noah'a hiçbir şey söylemiyordu. Bu filmde tamamen farklı bir şekilde yansıtıldı. Tessa, erkek arkadaşından hemen ayrıldı. Kitapta, Hardin öfkeyle Noah'a her şeyi anlatıyor, Noah oldukça inciniyordu. Filmde bu kadar ağır bir ayrılık yaşanmadı.

Ayrıca kitapta Tessa , Hardin onu yine incittiğinde Noah ile arasını düzeltiyor ve yeniden onunla sevgili oluyordu. Filmde bundan  da bahsedilmemiş. Noah ile bir daha sevgili olmuyorlar, sadece ondan özür diliyor ve arkadaşlığa devam ediyorlar.

Kitaptaki birçok gelgit ve Hardin'in Tessa'ya yaptığı acımasızlıklar filme yansıtılmamış. Filmde her şey olması gerektiği gibi ilerledi. Gelgit olmadan, Hardin'in o kadar da acımasız olmadığı bir filmdi.
Yine kitaptaki birçok şey filmde bahsedilmedi. Örneğin Hardin'in babası ile olan kavgaları, Tessa'nın Hardin'in üvey annesi ile olan sahneleri. Hardin'in olay çıkardığı akşam yemeği. Tessa'yı üzdüğü, kırdığı onlarca anı.

Tessa'nın, Hardin'i kıskandırmak için Zed ile çıktığı, Hardin'in Zed ile kavga edişi ve daha birçok şey filmde yoktu. Film o kadar hızlı ilerledi ki bittiğinde hem, "Vay canına," dedim hem de küçük bir hayal kırıklığı yaşayarak, "Bu kadar mı?" dedim.

Bence film biraz daha uzun tutulabilirdi. Bazı sahneler geçiştirilmişti bazı sahneler ise gereksizdi. Ancak şunu belirtmeliyim, kitaplardan haberi olmayan bir okur, filmi izlediğinde kesinlikle beğenecektir. Çok güzel romantik bir filmdi ve müzikleri de harikaydı. Gençlik aşkı, heyecan ve daha birçok şeyin içinde olduğu oldukça duygusal bir yapım olmuş. Zaman kaybı denilemez.

Sadece kitabı okuyup da filmden beklentileri olanlar küçük bir hayal kırıklığı yaşayabilir. Fakat şöyle bir gerçek de var. Çoğu film, kitapları çok daha kötü yansıtır, yani beklenilenden de kötü bir yapım olarak vizyona girer. After ise, kitaptan daha iyi bir hikayeye sahip bir filmdi. Yani kitabı okuyup öfkelenenler, filmi izleyince öfke hissetmeyecekler. Kitaptaki tutarsızlıklar, filmde çok güzel toparlandığı için film harika olmuş diyebilirim.
Ben filmi genel olarak çok beğendim. Hero'nun, kitaptaki Hardin karakterine pek benzemediği doğru olsa da filme çok yakıştığını da belirtmeliyim. Bu zaten gençlik filmi. Üniversite çağındaki gençlerin filmi... o yüzden iri yarı kaslı bir adamın Hardin karakterini canlandırması tuhaf olurdu. Kitapta bunu hayal etmek kolaydır - size bir fikir verir ama filmde her şey olması gerektiği gibidir. Hero oldukça uzun boylu kaslı bir çocuk. Sadece biraz zayıf o kadar. Devam filmlerinde Josephine ile çok güzel bir ikili olacaklarına eminim.

Ben ikisini birbirine çok yakıştırdım. Verdikleri röportajları da izledim ve birbirleriyle çok güzel anlaştıklarını gördüm. Gençlik kaprisi taşımıyorlar ve özellikle Josephine oldukça şakacı, tatlı bir kız. Hero da onunla birlikteyken çok gülüyor. Birbirlerini iyi idare ediyorlar.

Bence çok güzel bir iş ortaya çıkardılar ve bu başarıyı da hak ediyorlar. Film, 12 Nisan 2019 - CUMA günü vizyona girdi. Kesinlikle izlemeniz gereken bir aşk filmi. Tavsiye ediyorum şiddetle. Müziklerine de ayrı olarak bayıldım. Bir filmin başarı kriterlerini sayacak olursak eğer, ilk beşte müziklerin de olduğunu söyleyebilirim.

Filmdeki birkaç müziği de bu yazıya ekleyeceğim, ancak önce filmin yayınlanan iki fragmanının altyazılı seçeneklerini sizlerle paylaşacağım.

FRAGMAN 1


FRAGMAN 2


Devamını Oku »

Cuma, Ocak 11, 2019

Sabahattin Ali Kitaplarından Alıntılar - Sözler


NOT: Alıntılar, internet üzerinden kopyalanmaktadır. 

KÜRK MANTOLU MADONNA...
Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
 Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum. 
Kaybedilen en kiymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'bu böyle olmayabilirdi!' düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.
 Henüz ona dair hiçbir şey bilmediğimi bütün hükümlerimin tasavvur ve hayallere dayandığını biliyordum.
 Dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.
 Içinden geçenleri söyleyememek, en kuvvetli, en derin, en güzel taraflarını müthiş bir kıskançlık ve itimatsızlıkla saklamak cihetinden onu kendime benzetiyordum.
 Zaten küçüklükten beri hakikatten ziyade hayal dünyasında yaşayan sessiz bir çocuktum. Tabiatım da manasız denilecek kadar ileri giden bir çekingenlik vardi ki, çok kere etrafım tarafından yanlış anlaşılmama, aptal yerine konmama sebep olur ve beni üzerdi.
 Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır...
Demek beni anlamaya çalışacaksın? Fena fikir değil... Fakat bana öyle geliyor ki, boşuna emek!
 Onun da benden memnun olduğunu hissediyordum.
 Bir ümidim yok. Bu sondu. Artık hiç bir şeyin değişmesine imkan yok, lüzum da yok.
 Bir çok şeylerin zannettiğimden daha ehemmiyetsiz, basit olduğunu görüp kendi heyecanımdan utanırım... Belki...
 Beni yüzde yüz doyurmayan, bana tam manasıyla lüzumlu görünmeyen şeyleri yapmak, beni kendi gözlerimde küçültüyor.
 Başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur.
 Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. 
Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
 Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha cok, Daha kuvvetli yaşadığını, Bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurdugunu bilerek yaşamak ... ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek , Onu bekleyerek yaşamak ...
 Bir müddet sustuk... Kafamın içinde ona söylenecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu hissediyordum, senelerce söylense bitmeyecek şeyler... Fakat hiçbiri şu anda aklıma gelmiyordu.
 Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin?
 Seninle şöyle bir oturup konuşamadık!
 Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? Ahbapça bir selam ve temiz bir gülüş... Ve ben bu anda başka hiçbir şey istemiyordum. Dünyanın en zengin adamıydım.
 Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır. Aradan aylar geçtiği halde bir türlü bu tesirden kurtulamadım.
 Yalnız söyleyebilsem.. Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem. Bunu sahiden istesem bile artık böyle bir insan bulmama imkan yok..
 Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz yaşayıp gidecektim. Sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin. Bunu sonuna kadar götüremediysen kabahat senin değil. Bana hakikaten yaşamak imkanı verdiğin birkaç ay için sana teşekkür ederim.
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN...

İnsan dünyaya sadece yemek, içmek, koynuna birini alıp yatmak için gelmiş olamazdı. Daha büyük ve insanca bir sebep lazımdı.
 İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.
 Kalabalık beni sahiden sıktı. Ben ikide birde böyle oluyorum, bazen bütün insanları boyunlarına sarılıp öpecek kadar seviyorum, bazen da hiçbirinin yüzünü görmek istemiyorum. Bu nefret filan değil… İnsanlardan nefret etmeyi düşünmedim bile… Sadece bir yalnızlık ihtiyacı. Öyle günlerim oluyor ki, etrafımdan küçük bir hareket, en hafif bir ses bile istemiyorum. Fakat sonra birdenbire etrafımda bana yakın birilerini arıyorum. Bütün bu beynimde geçenleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini. O zaman nasıl hazin bir hal aldığımı tasvir edemezsiniz.
 Birbirimize söyleyecek hiçbir şeyimiz yok muydu?
 Kendim kendime yeterim.
 İlkbahar gibi bir mevsimi olan bu dünya, üzerinde yaşanmaya değer... Ne olursa olsun...
 İçimde biriken hislerin birdenbire patlayarak beni zerreler halinde dağıtacağından korkuyorum.
 Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. Gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. Aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz.
 Kullanmadıktan sonra göğsümüzü dolduran hisler ve kafamızda kımıldayan düşünceler neye yarardı?
 Birini arıyorum. Bütün bu beynimde geçen şeyleri teker teker, uzun uzun anlatacak birini.
 Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç!... Milyonlarca senelik dünyada en eski şey yirmi bin yaşında... Bu bile biraz palavralı bir rakam.
 Dünyada hiçbir lisanda bu kabiliyet yoktur... Saatlerce konuşup hiçbir şey ifade etmemek kabiliyeti! 
 Bedri hislerine her zaman hâkim olmaya alışmamış bir sanatkârdı. Âşık olmaktan, hakikaten ve deli gibi sevmekten korkuyordu. Elinden gelse bu tehlikenin önüne geçmek için kıza daha başka muamele ederek onu kendinden uzaklaştıracaktı.
 Ne olurdu? Birbirimize birkaç sene sonra tesadüf etmiş olsaydık! O zaman hayatımız belki bambaşka bir şekil alırdı. O zaman sana tâbi olur ve bundan zevk duyardım. Fakat şimdi, hiçbir faydası olmadığını bile bile, yanlış ve mânâsız bulduğum şeylere oyuncak olmak, bütün sevgime rağmen imkânsız...
 Senin gibi bir deliye iyilikten başka hiçbir şey yapmamış olan bir insanı bu kadar yaralamaya nasıl cesaret ettin? Git!...
 Bana akıl öğretesin diye anlatmadım bunları... Biraz içimi dökmek istedim.Belki açılırım dedim.
 Ya günün birinde o da benden sıkılmaya başlarsa?..
 Ben onu görmeden evvel hayatın manasını bilmiyordum,bulamamıştım. Şimdi görüyorum ki o da bensiz yaşayamayacak ... Söyledikleri doğru en az doğru görünenleri bile doğru...Birbirimize rastlamadan evvelki hayatımız sahiden birbirimizi aramaktan başka bir şey değilmiş... Ne aradığını bilmeden aramak...
 Her şey bana başka türlü görünüyor; size öyle değil mi? Her şey bizim ruhumuza tabi..
 Zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım tek şey: O da sizi sevdiğim. Bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? Kâinatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi?... Bu öyle bir kelime ki, doğuyor ve doğuşuyla beraber kemali de içinde getiriyor. Sizi seviyorum...
 Beni sevdiğini söyledi... Bir insan tarafından sevilmek bu kadar fena mı?
 Bütün iyiliğine rağmen ne kadar anlayışsız...
 Fakat nasıl oldu da beni bekleyen biri olduğunu düşünmedim?



Devamını Oku »

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali | Kitap Yorumu


Edebiyatımızın önemli eserlerinden birisi olduğunu düşündüğüm Kürk Mantolu Madonna, beni etkileyen nadir kitaplardan. Çok uzun zaman önce okumuştum ancak zihnimde hala tazeliğini koruyan ayrıntılar var.
Sabahattin Ali okuyan insan, hayatın ve seçimlerimizin, şartların ve farkındalıkların başka bir boyutu, net bir şekilde görmeyi öğreniyor. İnsanın ruhuna ayna tutan kalemi ile, Sabahattin Ali'yi okumak çok keyifli.

Kürk Mantolu Madonna'yı okumayanlar varsa kesinlikle tavsiye ederim.
Kısaca kitabın konusundan bahsedeceğim ve kitaptan alıntılar paylaşarak yazımı sonlandıracağım. Alıntılar, içinizi ürpertecek netlikler sunuyor.
Şu ana dek, şu ya da bu şekilde bu kitabın ismini mutlaka duymuşsunuzdur. Sabahattin Ali'nin en popüler kitabı olarak bahsedilebilir ama yazarın diğer kitapları da okunmaya değerdir kesinlikle.

Kitap üçüncü bir kişinin anlatımıyla başlıyor. Üçüncü kişi bir işe giriyor ve orada Raif Bey adında birisi ile karşılaşıyor. Raif Bey'in sessizliği dikkatini çekiyor ve zamanla küçük bir arkadaşlık kuruyorlar.
Beni etkileyen nokta, Raif Bey'in kendisine bir aile kurmasına rağmen mutsuz bir şekilde yaşamını devam ettirdiğiydi. Üçüncü kişi, Raif Bey'in yazmış olduğu günlüğü okuyor ve bu günlükte yaşananlar bize kitapta bahsediliyor. Raif'in başından geçenler, çok ama çok etkilendiği bir tablodan sonra o tablodaki kadını bulması ona aşık olması anlatılıyor.

Raif'in hikayesini okurken etkilenmemek elde değil.
Sabahattin Ali'nin yerine cuk diye oturan sözlerini, hatta bütün kitabın altını çizme isteği uyandırdığı cümlelerindan birkaç tanesini de sizlerle ayrı olarak bir konuda da paylaşacağım.

Kitabı okumalısınız kesinlikle.

İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rastgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerininin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar. 
 Nedense,hayatta bir müddet beraber yürüdüğümüz insanların başına bir felaket geldiğini, herhangi bir sıkıntıya düştüklerini görünce bu belaları kendi başımızdan savmış gibi ferahlık duyar ve o zavallılara, sanki bize de gelebilecek belaları kendi üstlerine çektikleri için,alaka ve merhamet göstermek isteriz.
 İnsanlara ne kadar çok muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.
 Kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün diğer insanlardan kaçmıştım.
 Bütün tessürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. Her şeye hazır bulunan ve kimden ne gelebileceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?
 Kafamın içinde ona söyleyecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu hissediyordum,senelerce söylense bitmeyecek şeyler.
 Ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım.
 Her şeyi, her şeyi, bilhassa ruhumu hiç bulunmayacak yerlere saklamalı…
 Bu eksik sana değil.. bana ait.. ben de inanmak noksanmış. Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum demek ki, insanlar benden İnanmak kabiliyetini almışlar ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın. Seni seviyorum deli gibi değil gayet aklı başında olarak seviyorum.
 Benim beklediğim aşk başka dedi O bütün mantıkların dışında tarifi imkansız ve mahiyeti (iç yüzü) bilinmeyen bir şey....
 Bir insan bir insana elbet yeterdi..
 Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim.
 Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan bu kadar mesut etmesi, nasıl mümkün oluyordu?
 Bir insana bir insan herhalde yeterdi. Fakat o da olmayınca? Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi? 
 Ben böyleyim işte!” dedi. “Ben garip bir kadınım. Benimle ahbaplık etmek isterseniz birçok şeylere tahammüle mecbur kalacaksınız.
 O beni birdenbire sessiz ve karanlık dünyamdan ayırmış ,ışığa ve sahiden yaşamaya götürmüştü . Bir ruhum bulunduğunu ancak o zaman fark etmiştim.
 Bu fikir yakınlığı, her noktada aynı şekilde düşünmenin neticesiydi; gerçi bunda, bir tarafın fikrini kabul edip kendisine mal etmeye diğer tarafın evvelden hazır bulunmasının da tesiri vardı. Fakat karşısındakinin her kanaatini doğru bulup benimsemek için vesile aramak ta bir nevi ruh yakınlığı alameti değil miydi?
 Şu koskocaman dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba?
 Aşk hiç de sizin söylediğiniz basit sempati veya bazen derin olabilen sevgi değildir. O büsbütün başka, bizim tahlil edemediğimiz öyle bir histir ki, nereden geldiğini bilemediğimiz gibi,günün birinde nereden kaçıp gittiğini bilemeyiz. Halbuki arkadaşlıklar devamıdır ve anlaşmaya bağlıdır. Nasıl başladığını gösterebilir ve bozulursa bunun sebeplerini tahlil edebiliriz. Aşka girmeyen şey ise tahlildir.
 Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.
Devamını Oku »

Salı, Aralık 18, 2018

Aşkta Oyun Olmaz - Bella Black | Kitap Yorumu


Sizlere yeni bitirdiğim oldukça uzun bir romandan bahsetmek isterim. Çok güzel, sıcak, tutkulu bir aşk hikayesini anlatan bu roman Bella Black tarafından yazılmış. Kitabın arka kapağındaki yazıyı en sonunda vereceğim.
Yine lordların, leydilerin olduğu bir zamandan bahseden bu kitapta ünlü bir tiyatro oyuncusu olan  Lavinia Ellis ile aristokratlar arasındaki Rutland dükü  Aiden Barcley arasındaki bu aşkı okurken kimi zaman gülümseyecek, kimi zaman heyecanla aralarında bir şeyler olması için nefesini tutacaksınız.

Lavinia ünlü bir tiyatro oyuncusudur ancak toplumun sandığı aksine o oldukça masum bir kadındır. Daha önce hayatında hiç öpülmemiştir bile. Bir akşam davette Aiden Barcley ve ailesiyle karşılaşır.
Aiden ile Lavinia arasında küçük bir laf atışması yaşanır ve ikisi de itiraf etmek istemese de bu durumdan çok hoşlanır. Aiden oyuncuların sahtekar davranmaları yüzünden onlardan nefret etmektedir ama Lavinia'da onu kendisine çeken bir şeyler vardır. Kadının çok bilmiş tavırları, Aiden'in karşısında asla pusmaması ve ona sürekli gününü gösterme çabası içine girmesi genç adamın kanını alevlendirir.

Metreslerinden bir haftada sıkılması ile ünlü olan bu adam, bir tiyatrocu kadından etkileniyordur. Ne yazık ki bu durum hiç hoşuna gitmediği halde elinden bir şey gelmez. Aiden'ın babasından miras kalan cep saati çalınınca genç adam onu geri almak için bir plan yapar ve bu planda metresi rolünü oynayacak bir kadına ihtiyacı vardır. Lavinia ile aralarında geçen o tatlı sürtüşmelerin yanında Lavinia'nın da Aiden'dan bir isteği vardır ve ikisi bir anlaşma yaparak planı hayata geçirirler.

Birlikte yaptıkları bu uzun yolculuk aralarındaki kıvılcımı ateşler ve tutkuları patlak verir.

Sonrasında ise yine gelgitler, aşık olduğunun farkında olmadan Lavinia'nın etrafında dönen bir adam ile, ona ilk görüşte aşık olmuş olan Lavinia'nın arasındaki ilişki daha tatlı, daha acılı ve kesinlikle daha ihtiraslı bir hale gelir.
Okumaktan keyif aldığım bir romandı ve tamı tamına da 691 sayfadan oluşuyordu. Ancak nasıl bittiğini anlamadım bile. Sizin de seveceğinizden eminim. Umarım serinin devam kitapları da gelir çünkü kitap içerisinde bahsedilen Aiden'ın arkadaşları Julian ile Ian'ın hikayelerini de çok merak ediyorum.


KİTAP ARKA KAPAK YAZISI

Asla âşık olmayacağını düşünen bir adam ve aşk uğruna her şeyi yapabilecek bir kadın...
Royal Tiyatro’nun baş aktrisi Lavinia Ellis, sonunda çocukluk hayalini gerçekleştirebilmiş ve herkesin beğeniyle izlediği bir aktris olmuştur. Yıllardır kalbi karşılıksız aşklarla kırılan Lavinia’nın tek kuralı ise asla bir adamın metresi olmamaktır. Rutland Dükü, kadınların gözdesi Aiden Barcley, biraz nefes alabilmek için Londra’dan uzaklaşmıştır. Fakat kıymetli saatinin çalınmasıyla eğlenceye ara verip Londra’ya dönmek zorunda kalır. Ne yapıp edip, kendisine babasından kalan son hediyeyi bulmak isteyen Aiden, bu amaç uğruna her şeyi yapmaya kararlıdır. Bu, hiç de iyi anlaşamadığı Bayan Ellis’le günlerce sürecek bir yolculuk demek olsa bile.  Ama işler beklenildiği gibi gitmez... Aralarında filizlenen tutku, onlar için durumu an be an zora sokarken ateşle oynayan ikilinin atladığı bir şey vardır: Aşk, ikisinden de büyüktür ve ateşle oyun oynamaya kalkan, kendisini yakar.
Çünkü aşkta, oyun olmaz.
Devamını Oku »