Sayfalar

Cuma, Ağustos 14, 2020

Jean-Paul Sartre, Bulantı Kitabından Alıntılar

 

Jean Paul Sartre'nin 1938 yılında yayımlanan bu ilk kitabında, Roquentin isimli karakterin dış dünyaya ve kendi iç dünyasına olan tiksintisi anlatılır. Yazar öyle açık tahliller ve bunalımlı ifadeler kullanmıştır ki, varoluşun temellerini anlamlandırmaya ve onu yorumlamaya çalıştıkça bulantı hissinin daha da arttığı görülür. Bir nevi günlük gibi yazılan bu roman, Jean Paul Sartre'nin bugünkü görüşünün temellerini oluşturur. İşte Bulantı'dan birkaç alıntıyı, sizlerle paylaşalım: 

  • Hiç kuşku yok, bir şeyler oldu bana. Ve olanlar, hani o alışılagelmiş kesinlikle, açıklıkla değil, hastalık biçiminde oldu. Sinsi sinsi, yavaş yavaş yerleşti; biraz saçma, biraz rahatsız bir insan gibi duymaya başladım kendimi, hepsi bu kadar işte. Bir kez gelip yerleşince de bir daha kımıldamadı, kalakaldı öylece, ve ben, hiç bir şeyim yok sandım, yanıldığımı sandım. Oysa şimdi, işte bak, varlığını duyurmaya başladı.
  • Ben yalnız yaşıyorum, yapayalnız. Kimseyle konuşmuyorum, hem de hiçbir zaman; ne kimseden bir şey alır, ne kimseye bir şey veririm.
  • Dün ne yaptıklarını sorun, şaşırmıyorlar: iki sözcükle hemen söyleyiveriyorlar size. Oysa aynı şey bana sorulsa şaşırıp kalırım. Şu bir gerçektir ki, uzun zamandan beri ne yapıp ne ettiğimi, zamanımı nasıl geçirdiğimi kimseler sormuyor. Kişi yalnız yaşayınca anlatmak denen şeyin bile ne olduğunu artık bilemez hale geliyor.
  • Tek bir insanın, yalnız bir insanın güldüğüne pek az rastlanır.

  • Bana öyle geliyor ki yalnızlığa «söz geçirmek» olanak dışı.

  • Bu kıvançlı, akıllı sesler ortasında yapayalnız biriyim. Bütün bu insanlar birbirlerine açılmakla, aynı fikirde olmanın verdiği mutluluğu bölüşmekle geçiriyorlar zamanlarını. Anlamıyorum Tanrım, hepsi birden aynı şeyleri düşünmeye neden bu denli önem veriyorlar. 
  • Kaçınılmaz geliyor insana bu, bu müzik gereksinimi öylesine güçlü duyuruyor kendini: hiç bir şey kesemez bu müziği, dünyamızın demir attığı çağımızdan gelen hiçbir şey; bu müzik ancak, kendi düzeniyle, kendi kendini durdurabilir.
  • O güneş ve mavi gök yalnızca bir yanılgıydı. Belki yüzüncü kezdir kurtulamıyorum yanılgılardan. Anılar şeytanın kesesindeki altın sikkelere benziyor...
  • Karmakarışık eder mutlaka bu yolculuklar insanı. Bir gün elime böyle bir olanak geçerse, yolculuğa çıkmadan önce, huyumu, yola çıkmadan önce inceden inceye bir kıyıya yazmak isterim. Böylece döndüğümde neydim, ne oldum diye kendimi incelemiş olurum. Yolculuklarda fizik yapısından başka ahlâkını da değiştiren insanlar varmış, kitaplarda okudum Dönüşlerinde de yakınları bile tanıyamıyormuş onları.
  • Görmediğim, bilmediğim şeylerle, yepyeni şeylerle karşılaşmayı, kısaca bazı serüvenler yaşamayı hele, ne kadar isterdim.
  • Gerçek başlangıçlar bir trampet sesine, bir caz havasının ilk notalarına benzer, sıkıntıya hemen son verir, süreyi sağlamlaştırır.
  • Bir şeyler başlıyor bitmek için: serüven uzamaya gelmez; bitişiyle anlam kazanır. Ben de bu bitişe, belki benim de ölümüm olan bu bitişe doğru sürükleniyorum. Her an başka anları getirmek için var olur. Bütün yüreğimle yapışıyorum her an'a: bu an'ın tek bir an olduğunu, öteki anların onun yerini tutmayacağını biliyorum.
  • Gökyüzü soluk maviydi: Birkaç balıkçıl kuşu ve duman yığınıydı yani. Zaman zaman yolunu şaşırmış bir bulut geçiyordu güneşin önünden.
  • Güneş durgundu, saydamdı: Bir bardak şarap gibiydi, insan gövdelerini ancak aydınlatabiliyordu, derinlik ve boyut veremiyordu henüz: Yüzler, eller soluk altından lekeler gibiydiler. Bütün bu pardesülü insanlar, toprağın bir karış üstünde usul usul dalgalanıyorlardı sanki. Rüzgâr zaman zaman üstümüze su kıvılcımları gibi titrek gölgeler itiyor, yüzler bir an için sönüp sonra tebeşir taşları gibi ağarıyorlardı.
  • Yüzlerindeki kırışıklıkları, göz çukurlarındaki buruşuklukları, haftalık çalışmanın yorgun çizgilerini gidermek için tek bir gün vardı ellerinde. Tek bir gün. Dakikaların parmaklarının arasından akıp gittiğini duyuyorlardı. Pazartesi sabahı saat dokuzda işe başlamak için gerekli canlılığı bir günde toplayabilecekler mi acep?
  • Değişen hiç bir şey yok, ama yine de her şey başka bir biçimde varlığını sürdürüyor. Nasıl anlatsam bunu; Bulantı gibi bir şey, Bulantı gibi diyorum ama, tam tersi de olabilir: Kısaca bir serüvendir başlıyor bende, nasıl bir serüven olduğunu kendi kendime sorduğumda, görüyorum ki ben kendi'mim, ben burdayım, geceyi bölen ben'im, tüm bunları duyan ben'im, bir roman kahramanı gibi mutluyum.
  • ... Bir an için çark yapıp dönmeyi düşünüyorum. Ama elimde değil, çekiyor kendine beni, bu coşkuya son veremem. İlerliyorum, ilerliyorum, elimi uzatıyorum ve dokunuyorum sınır taşma..
  • Sıkıntıyla doluyum: En küçük davranışım bile bağlıyor beni. Ne isteniyor benden sezemiyorum Ama ya orası, ya burası, bir seçim yapmalıyım..
  • İnsan birdenbire zamanın geçip gittiğini, bir an'ın bir başkasına, onun da bir diğerine gittiğini, kısaca, birbirlerini izlediğini duyuyor; her an ölüp gidiyor-, onu durdurmak v.b. elimizde değil.
  • Geçmişte kalan birini düşünmek bile mümkün mü acep? Birbirimizi sevdiğimiz zamanlar, birlikte geçirdiğimiz anların tekinin bile; katlandığımız acıların en hafifinin bile bizden kopup gerilerde kalmasına izin vermemiştik. Sesleri, kokuları, günün en ince ayrıntılarını, söylenmedik düşüncelere kadar, her şeyi kendimizle birlikte alıp götürüyorduk, her şey canlıydı bizimle. O anların kıvancı, hüznü bugün bile hâlâ bizimle birlikte.
  • Yaşamlarını uyuşukluk içinde geçiren, sütçü beygiri gibi ayakta uyuyan insanlar. Düşünüp, taşınmadan, alelacele evlenirler, rasgele çocuk yaparlar. Başka insanlara ancak kahvelerde, evlenme ve cenaze törenlerinde, rastlarlar. Zaman zaman anafora kapılıp, başlarına gelenin ne olduğunu bilmeden çırpınıp dururlar. Çevrelerinde olup biten her şey onlarsız başlar, onlarsız biter. Karanlık, uzun biçimler, uzaktan gelen olaylar, şöyle bir hazla dokunuverir onlara, ama ne olup bittiğini anlamak için baktıklarında hiç bir şey göremezler, her şey sona ermiştir zaten. Kırk yaşlarına geldiklerinde saplantılarına, inatlarına sıkı sıkıya yapışmışlardır ve bu saçmalıklarına tecrübe adı verirler, sonra da makine gibi dağıtmaya başlarlar onu.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder