Bir bardak çayın aslında hiçbir önemi yoktur.. çay derdinle,
düşüncelerinle..hissettiklerine beraber içildiğinde bir anlam kazanır aslında.
Bir de onu kiminle içtiğin vardır. Bir de nerede, ne şekilde içtiğin.. Rüzgarlı
bir günde bir akşam vakti deniz kenarında oturup içiyorsan eğer bir bardak
çayı.. bir şekilde en mutlu.. en huzurlu bir insan gibi hissetmen gerekir .. Yalnızım
diye düşünürsün ama elinde sımsıcak bir bardak çayın varken.. aklından her
türlü görüntüler geçerken.. etrafın gürültüsünü, sessizliğini dinlerken.. o kadar
da yalnız olmadığının farkına var.. Bankta nasıl oturuyorsun? Derli toplu mu?
Ellerini bankın sırt tarafına mı doladın?
Sırtını geriye yasladın mı? Ya da
bağdaş kurup mu oturdun.. ya da yan dönüp dizlerini kendine çekerek mi oturdun?
Nasıl hissettiriyor? İyi mi? Çok iyi mi? Bir bardak çay insanı böyle yapıyor
değil mi… aslında o dinginlik insanı böyle yapan.. gözlerini kapattığında
hissettiğin o his, aldığın o derin nefes.. bütün bunların sebebi o dinginlik..
İnsan bazen kendini dinlemek istediğinde ya deniz kenarına ya da kimsenin
olmadığı tepelere gider.. ben de öyle yapıyorum. Biraz kendimi kaybettiğim
zaman deniz kenarına yürüyor, kumların üzerine oturup denizi izliyorum.
Dalgalarını.. kendime benzetiyorum biraz. Zaten insan kendini kaybettiği zaman
.. yansımasını iletecek bir yer arar. Yorulmuştur, dizleri tutmuyordur.. mecali bile yoktur. Hayat insanı
böyle yapıyor işte. Gönlümüze o kadar çok şeyler ekliyor ki.. bazen nasıl
oluyor da hepsini bu kadar kaldırabiliyor insanlar diye düşünüyorum.
Bulanık
bir suyun ..denize dökülüp kendi kimliğini kaybetmesi gibi.. insanlara
karıştıkça kayboluyor gibiyiz..gönlümüzde .. biz de.. Düşündükçe daha da
kayboluyorum. Çıkmaz bir sokağın bütün duvarlarına dokunup geçiyor gibi bir
his. Biraz korkutucu tabiî ki. Biraz da buruk bir his. İnsan kendini çok
kaybeder de çok zor bulur çünkü.. Üzerini örter kayboluşunun..üzerine
yaşanmışlıklar ekler.. yeni hayaller.. yeni umutlar.. o kayboluşu bir gün
karşısına çıktığında uçurumdan düşmüş gibi hisseder.. varlığını unuttuğu
acıları yüzüne vurduğunda elindeki ümitler de gidiverir.. insanız.. yürüdüğümüz
tek bir yolda geriye dönüşün olmadığını bilmemize rağmen ..her defasında geriye
dönmek isteriz.. her defasında..boşuna bir çetrefilin içinde dönüp dururuz..
ölüm gelir ve buna bir son verir.. Deniz kenarından buralara nasıl geldim
acaba.. (:
Her neyse…
Istanbul’a gitmek gibi bir hayalim var..
dizilerde..filmlerde o deniz kenarındaki banklara oturup bir çay içmek ve o
dinginlikte kendimi dinlemek istiyorum. Gülümseme yüzümden hiç gitmesin.. hafif
rüzgar çarpsın beni derken.. bir yandan
da yağmur damlalarına yakalanıp çocuklar gibi şen hissetmek istiyorum.
Saçlarımı uzun uzun omuzlarımın gerisine savuracak bir rüzgar olsun…içimden
geçip giderken ruhumun bütün kirlerini de götürsün istiyorum. İnsanlar bu serin
akşamın tadını çıkarırken..onları izlemek istiyorum. Arada çayımı
yudumlayıp..belki gözüm bir şeye takılmışken aceleyle içip dilimi yakmak
istiyorum. El ele yürüyen genç bir çift … veya iki yaşlı insan.. omuz omuza
versin.. bu dinginliği diğer bankta oturmuşken benimle beraber paylaşsın
istiyorum. Biraz fazla içimize çektiğimizde dinginliği sevimli sevimli
gülümseyip akşamın güzelliğinden, çayın soğuduğundan.. üşüdüğümüzden..ama buna
rağmen buradan gidemeyişimizden bahsedelim istiyorum. Bir kez olsun
isimlerimizi söylemeden.. ..kimlerden..nereden olduğumuzu sormadan..aynı konuyu
konuşalım istiyorum.. sadece kimsesiz birisi olarak..
“Hava çok güzel öyle değil mi?” dediğim zaman tatlı bir
gülümseme almak istiyorum..
“Bir bardak çay iyi giderdi şimdi,” diyen yaşlı teyzeye
isterse gidip çay alabileceğimi söylemek istiyorum. Beraber arada sessizlikle
çaylarımızı yudumlarken..yanımızdan akıp giden insanları, gittikçe devleşen
dalgaları.. ruhumuza üflenen tatlı bir ninni gibi içime çekmek istiyorum.
Omuzlarımı boynuma doğru büküp..içim içime sığmazken…aptal aptal sırıtmak
istiyorum. Bazen bu anın büyüsüne öyle çok kaptırmalıyım ki kendimi diyorum,
gerçekliğini benliğimin her zerresinde hissedeyim. Ellerim her zaman ki gibi soğuk olsun..
İstanbul’un deniz kenarında ..otururken..bir akşam vakti.. bütün yaşamlarım
benden uzaklaşsın istiyorum. Gözlerimi kapattığımda zihnimde adım atacak bir
yerim olsun.. acının da üzerine çıkmayayım istiyorum. Dokunsun istiyorum bu
şehir bana. Ruhuma, bedenime.. kalbime.. öyle derin izler bıraksın ki.. her
deniz kenarına gittiğimde kendimi o anın içinde bulmak istiyorum aniden.
Her neyse..
Her neyse..
Geçenlerde işlerimi halledip, elime bir simit bir su alıp
yaşadığım yerdeki deniz kenarına inmiştim.
Yorgunluğumu mu atmak istedim, yoksa
sadece denizi mi görmek istedim hatırlamıyorum.. ama o ihtiyaç o kadar
kuvvetliydi ki.. yürümeye değmişti. İnsanlar akın akın mesai saatinde bile
deniz kenarına gelmiş.. kimisi mısır, kimisi simit, kimisi bici bici yiyordu…
ve büyük de bir fotoğraf çılgınlığı vardı elbette.
Araya karışıvermiştim.
Kalabalık içindeyken nedense her zaman iyi olamıyorum. Tek başına daha keyifli
olurdu biliyorum ama insanları görmezden gelmeye hakkım yoktu ki… Hem bana
arkadaşlık eden küçük bir insan vardı yanımda.
Babası ve abisi fotoğraf çekilme
derdine düşmüş çocuğu deniz kenarında bırakmışlardı. Ona ben göz kulak oldum.
Küçük merakına, şaşkınlığına ben ortak oldum.
Minik elleriyle bir şeyler
mırıldanırken kendi kendine.. yüzüne dokunuşunu, pantolonuna sürtüşünü..keyifle
izledim. İçimden kucaklamak gelmişti..ama dokunmadım..çünkü belli ki denizi
izlemekten o da hoşlanıyordu. Küçük insan diye seslendim..minik ağzını buruşturarak
döndü baktı. (: Ne dediğimi anladığını sanmıyordum zaten.. ama surat ifadesini
görmek istemiştim. Her şeyden habersiz öyle tatlı görünüyordu ki… dönüp babası
olduğunu düşündüğüm insana baktım.. şu küçük varlığın farkında bile değildi..
onunla iletişim kurduğumun, simitimden verdiğimin..
Küçük insanla biraz daha oturduk ayaklarımızı sallaya
sallaya.. sessizce.. simitimizi yedik arada denize attık.. martılar gelip
yiyebilirdi..biz de izlerdik..
Sonra babası küçük insanı alıp götürdü yanımdan..tek başına
kaldım. Yorgunluğum bütün bedenimi ele geçiriyordu ve hayat devam ediyordu. Biz
insanlar o kadar karmaşık yaratıklarız ki… tek başına bir beden olduğumuz halde
ruhumuz böyle anılara ihtiyaç duyar. Dinginliğe, huzura, sessizliğe..bazen
gürültüye.. anlamsız bir şekilde hem de..
Her zaman gidecek bir yerimiz olmasına rağmen kaybolup
duruyoruz… çerez tabağında tek kalan leblebi gibiyiz.. Bizi de tercih eden olur
mu yoksa ruhumuzu deniz kenarlarında mı besleyeceğiz hep?
Meçhul gibi. Hay Allah.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder